İznik Bölgesi Tarihi Yapılar
- Gülşah Edeş
- 3 Haz 2020
- 23 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 22 Tem 2020
HAZIRLAYANLAR: Kübra Mengükan
Zeynep Dem
Eslkem Kalkan
İZNİK TARİHÇESİ İznik İlçesi, dünyada eşine az rastlanan ve bütünüyle "açık hava müzesi" olan tarihi ve antik bir şehirdir. Yaz kış demeden, adeta bereket saçan verimli toprağı, kendine özgü iklimi ve doğal güzelliği nedeniyle, tarihin her döneminde insanlığın ilgi odaklarından biri haline gelmiştir. İznik'in tarih öncesi çağlardan beri iskan gördüğünü ve çok eski bir tarihte kurulduğunu çevresindeki Prehistorik buluntulardan ve yörede bulunan bol miktardaki höyüklerden anlamaktayız. İznik, Makedonya Kralı Büyük İskender'in kumandanlarından Antigonius Monophthalmos tarafından M.Ö. 316'da kurulmuştur. Bu çağın geleneklerine göre, kurucusu Antigonius nedeniyle de "Antigonia" adını almıştır. Makedonya imparatoru Büyük İskender'in mirasçıları, General Antigonius ve General Lysimakhos, İmparatorluğu egemenlikleri altına almak için birbirleri ile savaştılar. Lysimakhos, M.Ö. 301'de Antigonius'u mağlup etti ve kenti yönetimi altına alarak, o dönemin geleneklerine göre kente sevgili karısının adı olan Nikaia adını verdi. Yörede egemen olan Bithynia Kralı Zipoites, M.Ö. 279'da Nicaia'yı ele geçirdi. Nicaia bir süre Bithynia Krallığına başkentlik de yaptı. Adına altın sikkeler basıldı ve bundan böyle tarihte "Altın Şehir" unvanı ile anıldı. Nicaia Bithynia Krallığı İle Roma İmparatorluğu arasında uzun yıllar devam eden savaşlara sahne oldu. Sonuçta, Bithynia ordusu, General Lucullus komutasındaki Roma ordusuna yenildi ve bu güzel göl kentine Nicaea adı verildi. Şehir M.S. 259 yılında Gotların saldırısına uğradı. Bunun üzerinde Romalılar, Bithynia Krallığı zamanında başlatılan ve M.S. 12i yılında meydana gelen depremde büyük hasar gören surları daha güçlü olarak İnşa ettiler. Şehrî 4 ana ve 12 tali kapısı bulunan 4970 m uzunluğunda bir sur ile çevirdiler. Güney Marmara bölgesinde kendi adını verdiği gölün doğusunda kurulmuş ve turistik bir ilçe olan İznik'in bağlı bulunduğu Bursa iline uzaklığı 85 km'dir. Rakımı 85 metre, yüz ölçümü 753 km2, toplam nüfusu ise 44.690'dır. Bağlı iki kasaba ve 37 köyü mevcuttur. Halkın temel geçim kaynağı tarımdır. Netice itibariyle İznik, - Kendine özgü iklimiyle, - Yaz-kış demeden bereket saçan toprağıyla, - Doğal güzelliğiyle, - Tarihi ve kültürel zenginliğiyle, - Her türlü sebze ve meyvenin yetiştiği bir kent olmasıyla, (Adeta bir sebze ve meyve ambarı) - Adını verdiği gölüyle, - Dünyaca meşhur çinileriyle, turizm sektörü açısından son derece önemli bir merkezdir. Yeşil dokusu, zeytinlikleri, bağları ve bahçeleriyle adeta bir cenneti andırmaktadır. Günümüze kadar ayakta duran anıtsal eserleriyle hemen herkeste hayranlık uyandırmaktadır. ÖNEMLİ TARİHİ VE TURİSTİK YAPILAR

1. TÜMÜLÜS, KAYA MEZAR VE ANITLARI 1.1. BERBER KAYA: İznik’te Lefke Kapısı’ndan şehir mezarlığına giden yolun kuzeyinde bağ ve bahçeler arasında Abdülvahap Sancaktarının mezarı bulunmaktadır. Bu yolun sonundaki Elmalı Dağı’nın yamaçlarında halkın Berber Kaya dediği koyu gri kalkerden bir mezar odası vardır. Bu mezar odasının çevresinde de bir takım mezar kalıntıları ile karşılaşılmıştır. Bithynia, Roma ve Bizans dönemlerinde bu yörenin nekropol alanı olduğu da bilinmektedir. Mezar anıtının kademeli setleri halk arasında eski berber dükkanlarındaki oturma kademelerine benzetilmiş, bu yüzden de Berber Kayası ismi buraya yakıştırılmıştır. Buradaki Berber Kaya, tek bir kaya kütlesinden yontularak yapılmış, büyük olasılıkla da Helenistik Çağ’dan (MÖ.300-MS.20) kalmış bir anıt mezardır. Bu anıt mezarın oğlundan kaçmak için sığındığı ve Nikaia’da yakalanarak öldürülen Bithynia kralı II. Prusias (MÖ.185-149) için yapıldığı bilinmektedir. Ancak bu anıt mezar defineciler tarafından tahrip edilmiş ve ön kısmı tamamen yıkılmıştır. Günümüze gelebilen mezar odasının 4.38 x 5.00 metre ölçüsünde, yüksekliği de 3.90 metredir. XVIII.-XIX.yüzyılda bölgeyi gezen gezginler bu anıtsal mezarı görmüş ve resimlerini çizmişlerdir. Bunlardan R. Pococke mezar odasının uzunluğunun 14 ayak 6 inç, genişliği 12 ayak 10 inç olduğunu yazmıştır. Yekpare blok taştan ev biçiminde yapılan mezar odasının köşelerinde bir takım plasterler bulunmaktadır. Ayrıca bunların kaide ve başlıkları da iyi bir durumda günümüze gelebilmiştir. Mezar anıtının iki dar cephesinde üçgen alınlıklar ve içlerinde de yuvarlak kabartma kalkan motifleri bulunmaktadır. Anıtın alınlık ve saçak altında bir sıra kurt dişi motifi de görülmektedir. Mezarın üst örtüsü Pampylia tipi lahitlere benzemektedir. Bu anıt İznik’te Helenistik dönemden kalan en eski eserdir. 1.2. BEŞTAŞ (OBELİSK): İznik'ten Orhangazi yönüne giderken yolun sağında, bağlar içinde bulunan anıta, halk tarafından Beştaş veya Dikilitaş adı verilmektedir. Yüksekliği 15,5 m. olan bu anıtta, üst üste altı taş bulunurken birinin düşmesi üzerine beş taş kalmıştır. Bu nedenle Beştaş denilmiştir. Bir benzeri olmayacak şekilde üç köşeli taşlardan yapılan bu anıtın üzerinde; "Asclepiodotus'un oğlu T. Casius 83 yıl yaşadı." yazılıdır. Anıt, I. yüzyıla aittir. Texier, 1831 yılında, Beştaş yolu üzerinde çıplak bir tepe üzerinde, 14 basamaklı bir merdiven ile büyük bir dehlize çıkıldığını yazmıştır. Yazarın anlatığı yerin bugün neresi olduğu bilinmiyor. Yazar burasını ya bir küçük tapınak veya bir yolcu barınma yeri olarak 1.3. HYPOGE: Elbeyli Beldesi’nin Hespekli mevkiinde benzersiz bir yeraltı mezarıdır. IV – V. yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Tavanı ve duvarları erken Hıristiyanlık döneminin tipik renkli freskoları ile kaplıdır. Mezar odasında üç adet mezar yer alır. 1. 4.DÖRT TEPELER TÜMÜLÜSÜ: Elbeyli Belediyesi mezarlığı içindedir. Tümülüs'te iki anıt mezar belirlenmiştir. İlk mezar yol kenarındadır. Dromosiu dikdörtgen mezar odası ile iki yanında ikişer kilisesi bulunmaktadır. Diğer mezar İse beyaz mermerden yapılmış mezar odası ile kaba taş ve ağaçlarla örtülüdür. 2. SENATÜS (BİZANS SARAYI): Dinsel Meclisler Tarihi'ne göre, 325 yılında ilk Hristiyan konsülünün toplandığı yer olan bu sarayın bugün büyük bir kısmı gölde sular altında kalmıştır.11 Ekim 368 yılındaki depremde yıkılan bu saraya Senatus Sarayı adı verilirdi. İmparator bu sarayda toplanan mecliste, papazların onuruna çok alçak yapılmış bir iskemle üzerinde, onların arasına girerek oturdu. Texier, bu sarayı kentin ortasındaki giymnasyum olarak düşünür. Sarayın 4. yüzyılda yapıldığı katî olup halen göl suları tarafından örtülmüştür. 787 yılında Ortodokslar arasında Azizlerin tasvirleri hakkında çıkan ihtilâfın münakaşası için toplanan 7. Konsil de burada toplanmıştır. 3. SURLAR: İznik'in çevresini beş kenarlı çokgen şekilde kuşatan surlar 4970 metre uzunluğundadır. İznik'in iki ana caddesinin kesiştiği noktadan bakıldığında, dört ana kapı görünür. Kentin dört ana kapısından günümüze Lefke Kapı ile İstanbul Kapı sağlam ulaşabilmiştir. Yenişehir Kapı kısmen, Göl Kapı tamamen yıkıktır. Şehri anlamak için, şehrin kapılarını tek tek gezmeniz gerekiyor. Göl Kapı, Yenişehir Kapı, İstanbul Kapı ve Lefke Kapı adında 4 kapısı bulunuyor. Şehirlerin kapı isimleri açıldıkları şehirlerle adlandırılmış. Kapılar tuzaklarla donatılmış. Ani baskınlarla içeriden kesilen halatlarla düşen giyotin kapılar varmış, giyotinin yer aldığı girintiler kapılarda hala görülebiliyor. Giyotin kapıyı kırmak isteyenler ise kapıların yanındaki burçlardan dökülen kızgın yağlara maruz bırakılıyormuş. Kızgın yağ ile birlikte okçular da ok atarak kapıdakileri etkisiz hale getiriyorlarmış. 3.1. İSTANBUL KAPI: Kentin kuzeyinde yer alan İstanbul Kapısı, üç ayrı kapıdan oluşmuştur. Kente dışarıdan girişte esas sura ait olan kapı ile en içteki kapı arasında oval bir avlu bulunur. Dışarıdan girişte ilk kapı ön sura ait olup, iki yanında yarım silindirik kapı kuleleri vardır. Kapı, kuleleri birleştiren dikdörtgen surun tam ortasında yer alır; söveleri, granit sütunlardan oluşturulmuş, üzerine de bir granit sütun yerleştirilmiştir. Bu sövelerin üzerinde yere alan büyük kemer, aslında köşe duvarları üzerine oturmakta olup, söve ile kenar arasındaki boşluk doldurularak kapatılmış bulunmaktadır. Bu ikinci kapının yanında bulunan esas sura ait kuleler üstte ikinci katı oluşturmaktadır. Bunlarda, kubbeli birer hücre bulunmaktadır. Kapının üzeri, içte ve dışta olmak üzere kemelerle birbirine bağla bağlanmıştır. Avlunun sonunda düzgün kesme taşlardan yapılmış üçüncü bir yapı vardır. Bu kapı söveleri üzerinde yüzleri dışarı dönük iki Medusa başı görülür. Bunlar kenti kötü ruhların etkisinden korumak için konulmuşlardır. 3.2. LEFKE KAPI: Kentin doğu ucunda yer alan kapı, İstanbul Kapısı ile büyük benzerlik gösterir. Aynı tarihlerde yapılma olasılığı güçlü görülmekte, ancak her iki kapı için de kesin bir tarih belirlenememektedir. Büyük olasılıkla önceden avlu içinde iken Bizans Dönemi'nde eklenen yapılarla avlu kapatılmış ve bugün gördüğümüz koridor şeklinde yol olmuştur. Kente dışarıdan girişte iki silindirik kulenin arasında kalın mermer sütunların oluşturduğu üst silmesi ağaçtan olan dikdörtgen kapı yer alır. Kapı üzerindeki kemerin içi örülmüştür. Ayrıca kapının sol tarafında devşirme, yüksek kabartma görünümü veren bir friz vardır. Üzerinde bulunan insan figürleri çok sıkışık olarak gösterilmiştir. Orta kapı kemeri üzerinde içte ve dışta birer yazıt vardır. İç tarafındakinde “Bu surları imparatorluk hanedanı ve İmparator Hadrianusadına ünlü İznik metropolü Cassius’un gözetimi ve denetiminde yaptırılmıştır." dışarıdakinde ise “... senesinde imparatorluğa gönderilen paralar ile kent halkı bu yapıyı yaptırmıştır. " bulunmaktadır. Kesme taşlardan üzeri tuğla kemerli bir geçit yer almakta olup, sağ tarafında moloz taş ve tuğla sıralarından bir kule vardır. 3.3. GÖL KAPI: Kentin batısındadır. Lefke Kapısı'ndan devam eden ana caddenin sonunda, Göl Kapısı bulunmakla beraber, bugün bu kapıdan hiçbir iz yoktur. Sağ tarafındaki kulenin yarısı ayakta, sol taraftakinin ise sadece temeli bellidir. Bu kısmın görünüşü daha çok sur duvarlarının yıkılması ile meydana gelmiş açıklık biçimindedir. Kapı kulesi olarak bilinen kulenin dış kaplaması tuğlalardan, iç kısmı ise Horasan harcı ve birbiri üzerine yığılmış moloz taşlardan meydana gelmiştir. Kaynaklara göre bir arşitrav üzerinde aşağıdaki yazıtın bulunduğu bilinir. 3. 4.YENİŞEHİR KAPI: Görkemli İznik surlarının en ilgi çekici kısımlarını, kesme taşlarla Roma Dönemi'nde M.S. I. yüzyılda yapılmış olan aç kapılar teşkil etmektedir. Yenişehir Kapı üç kısımdan oluşmaktadır. Dıştan kente ilk girişi sağlayan kapı ön sura bağlıdır, batı kısmı şipolyen parçalardan yapılmış olup surla birleşiktir ve doğu kısmı küçük bir surla bağlantılıdır. İç kapıya kare avludan geçilerek ulaşılmaktadır. Bunun da şipolyen antik parçalarla örüldüğü fakat günümüze çok az iz kaldığı belgelenmiştir. 4. TİYATRO 4.1. İZNİK ANTİK TİYATROSU: İznik Gölü kıyısında, II. yüzyıla ait Antik Roma Tiyatrosu, 15.000 kişi kapasitelidir. Antik tiyatronun, seyircilerin oturduğu kısım ile hayvanların arenaya salındığı tünel kısmı büyük ölçüde ayaktadır. Anadolu'da görebileceğimiz ayakta kalmış en görkemli arkeolojik yapılarından biridir. İznik surlarının 90 metre kuzeyindeki tiyatro, Anadolu'da ayakta kalmış tiyatrolar açısından Marmara bölgesi için önem arz etmektedir. Roma İmparatoru Traianus (97-117) zamanında eyalet valisi Pilinius Csecillius Secunds (62-113) tarafından yaptırılmıştır. Vali Pilinius İmparator Traianus'a yazmış olduğu mektuplarda tiyatronun yapımının tamamlanabilmesi için ödenek ihtiyacı belirtilmektedir. Roma döneminden sonra VIII. yüzyıl başlarında gelişen Arap ordularına karşı önlem olmak üzere Bizans İmparatoru III. Leon ile IV. Constantinius tiyatronun kesme taşlarını söktürerek surları takviye etmişlerdir. Bu arada Cavea'ya (oturma kademelerine) ait taşlar surlarda kullanılmıştır. Tiyatronun mimari parçalarına, kitabelerine, tiyatro masklarına surlarda ve konutların duvarlarında rastlanmaktadır. Tiyatro düz bir alana kurulduğundan oturma kademelerini Roma tiyatro mimarisinde görüldüğü gibi 19 galeri taşımaktadır. Bu galerilerin 12'si beşik tonozludur. Bu tonozlu galerilerin aralarında ölçü farklılıkları bulunmaktadır. Tonozların en yüksek noktası 6 metreyi bulmaktadır. Tiyatronun iç ve dış yüzleri büyük bloklar halindedir. İçeride kalan bölümler moloz taş, kireç ve kum ile takviye edilmiştir. Tiyatro doğu-batı yönünde 84 metre, kuzey-güney yönünde de 63 metre genişliğindedir. Tiyatro düz bir alana kurulduğundan oturma kademelerini Roma tiyatro mimarisinde görüldüğü gibi 19 galeri taşımaktadır. Bu galerilerin 12'si beşik tonozludur. Bu tonozlu galerilerin aralarında ölçü farklılıkları bulunmaktadır. Tonozların en yüksek noktası 6 metreyi bulmaktadır. Tiyatronun iç ve dış yüzleri büyük bloklar halindedir. İçeride kalan bölümler moloz taş, kireç ve kum ile takviye edilmiştir. Tiyatro doğu-batı yönünde 84 m., kuzey-güney yönünde de 63 metre genişliğindedir. Bugüne dek sürdürülen çalışmalarda; Cavea' yı taşıyan 7 tonozlu iç galeriden 4 tanesi tamamen açığa çıkarılmış, tiyatronun kuzeyinde bulunan skene (sahne binası) kısmının tüm mimari ögeleri ve Skene' ye kuzey yönden girilen merdivenli girişleri (5 adet) ortaya çıkarılmış. 4.2. BÖCEK AYAZMA: Koimesis Kilisesi’nin doğusundadır. Sokak hizasındaki bir duvar, demir parmaklık ve kapı ile ayrılan bahçedeki Baptisterium’a, batıdan 11 basamaklı merdivenle inilmektedir. Giriş kısmı 2.55 metre yüksekliğinde olup, bir aşritrav ile üstten sınırlanmıştır. Bunun üzerine tuğladan örülmüş bir kemerin sınırladığı alınlık yer almaktadır. Buradan 4.5 m çapında ve 3.8 m yüksekliğinde, yer altında yapılmış, kubbesi tuğladan örülmüş bir odaya girilmektedir. Zeminin taş levhalarla döşeli olduğu, duvarların moloz taş, tuğla ve kireç kum harcı ile almaşık olarak örüldüğü görülmektedir. Sarnıcın mermerden yapılmış 0.88 metre uzunluğu, 0.29 metre genişliği ve 0.10 metre kalınlığındaki kenar taşlarında doğudakinin dış yüzeyinde “Hıristiyan İmparator yüce Kral Michael Kulesi” yazılı Yunanca bir kitabe, iç yüzeyinde de Tevrat’tan alınmış “Her bedene iyi olanı verir. Çünkü, onun lütfu edebidir.” anlamına gelen İbranice bir kitabe kazınmıştır. VI. yy'a ait Bizans dönemine ait olan yapı, başlangıçta vaftizhane olarak inşa edilmiş, daha sonra ayazma olarak kullanılmıştır. Kaynakça: Bursa İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü 5. KİLİSE VE CAMİLER 5.1. KOİMESİS KİLİSESİ: Piskopos Hyakinthos tarafından VIII. yüzyılda yaptırılmıştır. Kitabesinden ve bazı sütun başlıkları üzerindeki monogramlardan bilindiği kadarıyla VIII. yüzyılda Piskopos Hyakinthos tarafından yapılan Koimesis Kilisesi yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. 1950’li yıllarda İznik Müzesi tarafından yapılan kazılarla ortaya çıkarılan kalıntılar, günümüzde tamamen kaderine terk edildi. Tam ismi “Koimesis TesTheotokos” olan ve Hazreti Meryem’in ölümü veya göğe yükselmesi anlamına gelen kilise, Yunan haçı planlı, 12 köşeli bir kasnağa oturtulmuş kiremit kubbeliydi. Zemini taş levha ile döşeli, duvarları moloz taş, tuğla ve kireç kum harcı ile almaşık olarak örülüydü. Bursa’nın İznik ilçesinde, Yenişehir kapısından ilçe merkezine uzanan Atatürk Caddesine açılan Yakup Çelebi Sokağı’nda, yol seviyesinin 2 metre aşağısında bulunan kilise, 1922’de İstiklal Savaşı sırasında yıkılmıştı ve günümüze Bizans resim sanatı ve mimarisi yönünden de önemli bir yapı olan bu kilise yıkılmadan önce Bizans sanat tarihçileri tarafından incelenmişti. Kaynaklara göre, Bizans İmparatorluğunun önemli kişilerinden birisi olan I. Theodoros Laskaris’in mezarı da bu kilisede bulunmaktaydı. Dolayısıyla Koimesis Kilisesi de bir martyrium (şehitlik) olarak kabul edilmiştir. Buradaki figürlü mozaikler ikonoklazma döneminde tahrip edilip, 843 yılında Naukratios tarafından yenilendi. Apsis yarım kubbesinde altın zemin üzerinde kucağında Hz. İsa olan bir Meryem mozaiği, 2 yanında ise imparator elbiseleriyle 4 baş melek tasviri yer alıyordu. Bu mozaiğin altında “Şafak sökerken ana rahminden seni ben yarattım.” sözleri yazılıydı. İçeride ayrıca 4 İncil yazarını, kitaplarını hazırlar vaziyette gösteren 4 mozaik daha dikkati çekmekteydi. 1065 yılındaki depremden sonra kilisenin yıkılan bölümleri ve narteksi yenilenerek İmparator X. Constantinos ile birlikte Nikephoros tasvir edildi. Nartekste bulunan mozaik bir kitabede “Ulu ve güçlü hükümdar Constantinosözen gösterdiği şu manastıra onur verdi ve yetkiyi ünlü Patrik Nikephoros’akesin bir kararla bağışladı.” yazılıydı. Bu yazıtın yanında da “Seni efendim Meryem Ana, yaptığım ve yapmayı tasarladığım eserlerin ana nedeni olarak görüyorum. Bu evin sahibesi ve efendisi olarak resmini, ey bakire, buraya ben, Nikephoros, işledim.” sözleri mozaik üzerine yazılıydı. Bunlardan başka geç döneme ait ikonalar ve yağlı boya tablolar da vardı. Bu modern resimlerden birinde 325 yılı Konsili tasvir edilmiştir. 5.2. Ayasofya Camii: İki ana caddenin kesiştiği yerde, kentin tam ortasındadır. 1331 yılında Orhan Gazi Camii adını almıştır. Dünya tarihi açısından önemli bir yapı olan Ayasofya mabedi; ilk olarak M.S. VII. yüzyılda Romalılar tarafından inşa edilen Gymnasium üzerine Bizans Dönemi'nde bazilika olarak inşa edilmiştir. XI. yüzyıldaki depremden sonra yenilenmiştir. Üç sahanlıdır. Orhan Gazi tarafından İznik'in fethiyle 1331 yılında camiye dönüştürülen yapı, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Mimar Sinan tarafından yenilenmiştir. 1935 ve 1953 yıllarında yapılan onarımlar sırasında renkli taşlarla bezenmiş taban mozaikleri ve din görevlilerinin törenler esnasında topluca bulundukları, yarım yuvarlak oturma kademeleri ortaya çıkarılmıştır. Bir mezar odası duvarında Hz. İsa freski bulunmaktadır. İznik ilçe merkezinde, Bizans Çağı'nda kentin tam ortasında ve iki ana ekseni oluşturan doğu-batı ve kuzey-güney yollarının kesiştiği yerin güneydoğu köşesindedir. Yazılı belgelerde adı ilk kez 11 Ekim 787 günü Patrik Trasios yönetiminde toplanan ve üçyüzelli piskoposla çok sayıda keşişin katıldığı Yedinci Konsül dolayısıyla anılmaktadır. Birinci Dönem Yapısı: Olasılıkla IV. – V. yüzyıllar arasında, Roma Çağı'na ait bir (gymnasium)'un taş temellerine oturulmuş tuğla duvarlı bir bazilikadır (Erken Dönem Kilisesi). Kuzey ve güneyinde, taş temeller üzerinde görülen tuğla duvarlar bu dönemden kalmadır. Harç tabakası kalın ve kullanılan tuğlalar iridir. Apsisin iç kısmında da aynı teknikle örülmüş duvarlar bulunmaktadır. Apsisin dış kısmının ilk yapıda üç yüzeyli olduğu ortaya çıkmıştır ki, bu da erken dönem yapılarında görülmektedir. Ana yapıda, batıdan itibaren üç giriş ile üç nefli naosa geçilmektedir. Orta nefin yan neflerden dokuz sütun ile ayrılmış olduğu sanılmaktadır. Doğudaki apsis üç yüzeylidir ve bu dönemde posthophorion hücrelerine rastlanmaktadır. 13 Ayosofya camisi İkinci Dönem Yapısında 1065’teki büyük depremde hemen bütünüyle harap olan yapı, daha sonra zemini 1.40 metre yükseltilerek adeta yeni baştan inşa edilmiştir. Dış duvarlar onarılmış ve orta nef duvarları yapılmıştır. Apsis beş yüzlü olmuş, kubbeli postophorion hücreleri eklenmiştir. Bu dönemin yapısında batıdan üç nefli naosa geçilir; yan nefler, orta nefe bir duvar ve ikişer payenin böldüğü üçlü kemer açıkları ile açılır. Üçüncü Dönem Eklerindede 1331’te Orhan Gazi zamanında İznik’in fethedilmesinden sonra, yapı yeniden yükseltilmiş, nefleri ayıran destekler değiştirilmiş, minare ve mihrap eklenerek camiye dönüştürülmüştür. Ancak günümüzdeki minare kalıntısı bu döneme ait değildir. Gerek bugünkü minare ve gerekse yapıdaki Türk Dönemi'ni yansıtan değişikliklerin büyük bölümünde Mimar Sinan’ın izlerini bulmak olanaklıdır. Bu dönemde üçlü kemer açıklıklarının aralarındaki ikişer sütun kaldırılmış ve bugün görülen büyük kemerlerle, onların arasındaki küçük sivri kemerli açıklıklar yapılmıştır. 14 1980’li yıllardaki çevre düzenlemesi ve kamulaştırmanın neticesinde Ayasofya’nın etrafındaki yapılar yıkılmış ve etrafı yeşillendirilmiştir. Aralık 2007 tarihinden itibaren ise Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün restorasyon çalışması gerçekleştirilmiştir. 6 Kasım 2011 tarihinde Kurban Bayramı'nın ilk günü sabah namazından itibaren bir kısmı cami olarak hizmet vermeye başlamıştır. 5.3. HAGİOS TRYPHONOS KİLİSESİ: İstanbul Kapıya giden caddenin sol tarafındadır. Birkaç duvar ve döşeme mozaiklerinden parçalar bulunmuştur. Duvar tekniği ve planı kilisenin X - XII. yüzyıllarda yaptırılmış bir Bizans eseri olduğunu göstermektedir. Bugün İznik’te çok Harap bir durumda olan kilisenin orijinal adı ve tarihçesi kesin aydınlatılamamıştır. Plan tipi, malzeme ve duvar tekniği özelliklerine göre 11-13.yy. arasına tarihlendirilir. Bizans kaynaklarına göre İznik Devleti İmparatoru II. Theodoros kentte daha önce varolan Aziz Martin Tryphonos kilisesinin yeniden inşa edilmesini emretmiştir. Doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı, dört serbest destekli kapalı Yunan haçı tipinde bir kilisedir. Duvarlar almaşık teknikte bir sıra moloz taş, iki dört sıra tuğla ile örülmüştür, sütun kalıntısı ve kaideler mermerdir. Yerdeki moloz arasında küçük cam mozaik parçaları, kilisenin eskiden mozaiklerle süslü olduğunu kanıtlar.
5.4. AYATRİFON KİLİSESİ: Yenişehir Kapı'ya giden caddenin sağındadır.
1255-1256 yılları arasında Bizans İmparatoru II. Thedoros Laskaris tarafından Aya Trifon adına yaptırdığı sanılmaktadır. İnşa edilen Aziz Tryphonos Kilisesi, İznik'e bağlı olan Atatürk Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Yenişehir Kapı’ya giden caddenin sağındadır. Plan, İstanbul’daki Kariye Camine benzer. Planına göre büyük bir kubbe ile örtülü olduğu ve tabanının çok süslü mozaiklerle kaplandığı anlaşılmaktadır. Kilise günümüzde harap bir durumda olsa da turistlerin ziyaret ettiği noktalar arasındadır. Kilise kalıntılarının çevresinde geometrik desenli mozaik parçalarına ve granit sütun parçalarına rastlanmaktadır.
HACI ÖZBEK CAMİİ: Şehrin Lefkekapısı’na giden ana caddenin kenarında, Eşrefoğlu Rûmî Külliyesi’nin hizasındadır. Üç satırlık kitâbesine göre Hacı Özbek B. Mehmet
tarafından 734 (1333-34) yılında inşa ettirilen yapı, kitâbesi mevcut en eski Osmanlı eseri olma özelliğini taşımaktadır. Ayrıca bütün mimari özellikleriyle Türk yapısı olduğunu açıkça belli eden Hacı Özbek Camii’nin aslında bir Bizans kilisesi olduğu yolundaki iddia vaktiyle İznik Rumları tarafından uydurulmuş bir söylentiden ibarettir. Fetihten 2-3 yıl sonra yapılarak İznik’e müslüman Türklüğün ilk damgasını vuran bu küçük eser, Kurtuluş Savaşı günlerinde Rumlar’ın Türk eserlerine karşı gösterdikleri inanılmaz tahrip hıncını atlatmıştı. Fakat 1950’li yıllara gelinceye kadar her tarafı boş arazi olan İznik’te değer bilmez idarecilerin kurbanı olarak cadde genişletilmesi gerekçesiyle bazı kısımlarını kaybetmiştir. Hacı Özbek
Camii, aralarında tuğla hatıllar olmak üzere taştan karma malzeme ile inşa edilmiştir. Caminin yapımında erken Osmanlı Türk yapı sanatında çok kullanılan, taşların aralarına dikine tuğla konulması tekniği uygulanmış, kemerlerde son dönem Bizans yapı sanatında yaygın olan bir küfeki taşı arasına üç tuğla konulması suretiyle meydana getirilen örgü kullanılmıştır. Bu da bu İslâm yapılarında yerli Bizanslı duvarcı ustalarının çalıştığını gösterir.
Cami kare planlı, içten ölçüleri yaklaşık 7.50 metre kadar olan bir ibadethanedir.
İlk yapıldığında yanları duvarlarla kapatılmış, iki mermer sütuna dayanan ve üç kemerle dışarıya açılan bir son cemaat yerine sahipti. Fakat sokak genişletme gerekçesiyle bu orijinal son cemaat yeri şuursuzca ortadan kaldırılmıştır. 1935’li yıllarda henüz duran bu iki sütunlu son cemaat yeri ve üstü kısmen aynalı, kısmen beşik tonoz örtülü kâgir son cemaat yeri yıktırıldıktan sonra caminin başka bir cephesine uydurma bir son cemaat yeri inşa edilmiştir.
Hacı Özbek Camii’nin son cemaat yerine açılan ve yanda olan bir kapısı ile diğer iki cephesinde çifte penceresi vardır. Kapıya göre ana eksen üzerinde değil yan duvarda olan mihrap esas biçimini kaybetmiştir. Üstü kiremit örtülü olan kubbe, eski bir fotoğraftan dört penceresi olduğu anlaşılan yüksekçe bir kasnağa oturur. Yakın tarihlerdeki tamirde biri hariç bu pencereler kapatılmış ve izleri de yok edilmiştiri.
On iki köşeli bu kasnağa harim mekanının karesinden geçiş “Türk baklavaları” denilen mimari unsurlarla sağlanmıştır.
Caminin revakı kaldırıldıktan sonra dış mimarisi eskisinden çok değişik bir görünüm almıştır. Girişin yeri değiştirilmiş ve orijinal giriş pencere haline dönüştürülmüştür.
Kitâbesi de bu esas yerinden sökülerek mihrabın sağındaki pencere içine konulmuştur. A. Saim Ülgen’in makalesinde adı geçen ve burada yayımlanan bir desenden, ayna taşının bir Bizans korkuluk levhası olduğu görülen camiye bitişik çeşmeden de ortada bir şey kalmamıştır.
5.5. YEŞİL CAMİİ: İznik'in sembolü olan Yeşil Cami, adını yeşil çinili ve tuğlalı minaresinden almıştır. Çelebi Mehmet tarafından aynı zamanda hükûmet konağı olarak inşa edilmiş iki katlı, iki kubbeli görkemli bir yapıdır. Cami, ters T planlıdır. Kronolojik sıraya göre bu plandaki yapıların, Orhan Gazi Cami ile Yıldırım Camii'den sonra üçüncüsüdür. Asıl ibadet alanına Bizans başlıklı iki sütunun ortasındaki alçak bir kapıdan girilir. İbadet mekanın iki yanındaki simetrik odalar, sancaklardan gelenlerin meselelerinin görüşüldüğü yerler olarak yapılmıştı. Doğudaki oda Anadolu
Beylerbeyliği’nden gelenler için, batıdaki oda Rumeli Beylerbeyliği’nden gelenler için kullanılıyordu. Daha sonraları bu odalar mahkeme salonu olarak kullanılmıştır. Girişin iki yanındaki merdivenlerle üst kata çıkılır. Yapının üst katında ortada hünkar mahfili, iki tarafında saray daireleri bulunur.
İbadet mekanı, aynı eksen üzerinde üzerli birer kubbe ile örtülü iki ana mekandan oluşur. Kubbelerin çapı 13 metre, yerden yüksekliği ise 25 metredir. Her iki kubbe büyük bir kemer ve kilit taşı ile birleştirilmiştir.
Mermer İşçiliği: Caminin yapımında Marmara Adası’ndan getirilen mermer kullanılmıştır; eser, Bursa’da yapılan ilk mermer abidedir. Eserin ön yüzü, pencereleri, kapısı, kitabeleri, kapı tavanı mermer işçiliğinin en güzel örneklerindendir.
Çinileri: Cami, mimari özellikleri yanında çini süslemeleri ile de büyük bir öneme sahiptir. Özelikle iç mekânda eyvanlar, müezzin mahfilleri, hünkar mahfili, tabhaneler, şahnişinler ve mihrap çini süslemenin yoğun olarak kullanıldığı bölümlerdir. Bunlar arasında bütünüyle çini ile kaplanmış mihrap zengin süslemeleriyle dikkat çeker. Mihrap, eserin güney cephe ortasındadır. 1067 cm. yüksekliğinde ve 628 cm. genişliğindedir ve sır tekniğinde çinilerle kaplanmıştır. Erken Osmanlı döneminin ilk çini süslemeli mihrabıdır.
5.6. MAHMUT ÇELEBİ CAMİ:
Çandarlı Hayreddin Paşanın torunlarından Mahmut Çelebi tarafından 1442 yılında inşa ettirilmiştir. Kuzey cephesindeki kapı kemeri üzerindeki yazıtta II. Murad 1421-1451 döneminde Mahmut Çelebi tarafından 1422-1423 tarihinde yaptırıldığı belirtilmektedir.
Osmanlı döneminin bu kentte son camisidir. Cami kare planlı asıl ibadet mekanı ile bunun kuzeyindeki son cemaat yerinden oluşur. Üçgen kuşakla geçilen sekizgen kasnağa oturtulmuş bir kubbe ile örtülüdür. Beş cepheli mihrap güney duvarı ortasındadır.
Kuzey duvarında eksende giriş kapısı, yanlarında ona simetrik iki altlık ve üstlük pencere, kuzey batı köşede duvar içinde minare merdiveni yer alır. Beden duvarları üstünde yükselen minare pahlı, pabuçlu, yuvarlak gövdeli, tek şerefeli ve sivri külahlıdır. Son cemaat yeri üç bölmelidir, beden duvarları almaşık teknikle bir kesme taş, üç sıra tuğla örgülüdür. Kitabesinde “Bu mescidi, emirliğin göz bebeği ve vezirlik ağacının meyvesi, hayırlı işler ve iyilik sahibi, sofralar ve sevindirici iş sahibi, büyük ve ulu vezir, merhum, said, mağfur ve Şehit İbrahim Paşa, Allah yattığı yeri nurlandırsın, oğlu Mahmut Çelebi, hayırlı işleri devamlı ve devleti yüce olsun.’’
5.7. ORHAN BEY CAMİİ VE HAMAMI: Cami, Yenişehir Kapı dışında sol tarafta
tarlalar arasında kalıntı halindedir. Hamam ise, cami ile surlar arasında bulunmaktadır. Orhangazi ilçesinde, 1330 yılından sonra Orhan Bey'in yaptırdığı camiden bugün bir eser yoktur. Cami, 1922 yılında Yunanlılar tarafından yakılarak yok edilmiştir. Caminin minaresi 1935 yılına kadar sapasağlam ayakta iken devrin belediyesi tarafından yıktırılarak alan yapılmıştır. Geçen yıllarda yapılan Orhangazi alan düzenlemesinde caminin tüm temelleri ortaya çıkarılmıştır.
Cami, 17,50x22,50 metre boyutlarında olup üzeri kubbe ile örtülü idi.
Caminin hemen yanında bulunan tarihi hamam, 1975 yıllarına kadar faaliyetini sürdürmekteydi. Bugün tarihsel anıt olarak tescil edilen yapıt koruma altına alınmıştır.
Hükümet binası karşısında bulunan hamam ne yazık ki bakımsız bir durumdadır.
6.TÜRBELER
6.1. ŞEYH KUTBUDDİN CAMİİ VE TÜRBESİ- BURSA
İznik ilçe merkezinde Nilüfer Hatun İmareti karşısında cami ve bitişiğinde türbe bulunmaktadır. Türbede, Mehmet Muhittin Mezarı bulunmaktadır. Mehmet Muhittin babası ünlü Şeyh Kutbuddin-i İzniki’dir; kendisinin doğum yeri ve tarihi hakkında bilgimiz yoktur.
Kare planlı, pandantif kubbeli türbenin girişi doğu duvarda, eksenden güneydedir. Kuzey, güney ve batı duvarda eksende, doğu duvarda eksenin güneyinde birer pencere vardır. İçte, güneydeki pencereye simetrik iki dikdörtgen niş yer alır. Türbeyi örten kubbe sağır onikigen bir kasnak üzerinde yükselmektedir, üzeri kiremitle kaplıdır. Türbe ve caminin yaptıranı hakkında açık ve kesin bir bilgi yoktur.
Camin İbrahim Paşa tarafından 1496 yılında, Türbenin ise Halil Paşa tarafından yaptırıldığı öne sürülmektedir. Kare planlı camii ile ona dek eksende kuzey batıda bitişik kare planlı türbe yer alır.
6.2. Eşrefzade (Eşref’i Rumi) Cami Ve Türbesi – Bursa:
Eşrefzade’nin adını taşıyan yapı topluluğu bugün bir cami, batısında ona bitişik 11 lahdi kapsayan hazine ile din görevlileri yardım derneği binası ve camiden ayrı kuzeybatıdaki minareden oluşur. Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlılar tarafından harap edilen cami, 1950 yılında aslına benzer boyutlarda yeniden inşa edilmiştir. Caminin yapım tarihi ile ilgili bilgiler çelişkilidir. Çoğunlukla II. Bayezıt’ın oğullarından Şehinşah’ın eşi Mükrime Hatun tarafından 1518 yılında yaptırıldığı kabul edilir. Minaresinin yapı tekniği bakımından İznik’teki Çandarlı Hayrettin Paşa ve Ali Paşa camileriyle benzeştiği belirtir, cami ve türbeyi Eşrefzade’nin ölüm tarihi olan 1469 ile Mükrime Hatun’un ölüm tarihi olan 1518 arasında tarihlendirilir. Caminin batısında avluyu sınırlayan duvarın kuzeybatı köşesinde yer alan minare sekizgen kaideli, pahlı pabuçlu, onikigen gövdeli ve tek şerefelidir. Şerefe altı mukarnas dizileri ve konsollarla, gövde yaklaşık 1 metre aralıklarla dizilen beş sıra çini ile bezenmiştir. Kaide üç sıra tuğla, bir sıra kesme taşla almaşık teknikte örülmüştür. Eşrefzade Camisi’nin batısında yer alan sandukaların 1922 yılında Yunan askerleri tarafından yıkılan türbenin içinde yer aldıkları, türbenin içinde yer aldıkları, türbenin revaklı olduğu, ahşap direkli, saçaklı ve üzerinin örtülü olduğu sanılmaktadır. Ankara’da uzun yıllar bir tekkede görev yapan Eşref zade Addullah Rümi Hacı Bayram’ın Hayrünnisa isimli kızı ile evlenir. Suriye’ye Hama kentine gider. Orada Abdül Kadir Geylanı Hazretlerinin torunlarından Şeyh Hüseyin Hamevi’nin kadirlik tarikatına girer. Burada 40 günlük hücre halveti sonrası İznik’e dönünce Eşrefiye Dergahını kurar. Eşrefoğlu Rumi’nin yüzlerce eser yazdığı, dergahında birçok kıymetli mürid yetiştirdiği bilinmektedir.
6.3. YAKUB ÇELEBİ ZAVİYESİ VE TÜRBESİ
Sultan I. Murad’ın oğlu Yâkub Çelebi tarafından 1389 yılından önce yaptırılmış olan binanın kitâbesi yoktur. 1919 yılına kadar fonksiyonunu sürdürmüş, bir süre boş kaldıktan sonra 1934’te müze deposu yapılmış, 1963’te onarılarak yeniden ibadete açılmıştır. Yapı yakın zamanda esaslı bir onarım daha görmüştür. Zâviyeli/tabhâneli diye adlandırılan plan grubu içerisinde değerlendirilen yapı bir sıra kesme taş, üç sıra tuğla ile almaşık örgülü duvarlara sahiptir. Duvarların üstü tuğladan kirpi saçaklarla sonlanmış, üst örtüyü meydana getiren kubbe ve tonozlar dıştan hafif kavisli kiremitlerle kaplanmıştır.
Yapının önünde beş birimli bir revak bulunmaktadır.
Revak köşelerde birer “L”, orta eksende iki “T” şeklinde pâyeye ve aralarda birer sütuna oturan sivri kemerli açıklıklıdır. Devşirme olarak kullanılmış olan sütun başlıkları antik döneme aittir. Kemerler duvar örgüsünde olduğu gibi taş ve tuğla almaşık örgülüdür.
Kemer aralarında ahşap gergiler yer almaktadır. Üstte tuğladan kirpi saçaklarla son bulan ve orta ekseni yanlardan daha yüksek ele alınmış olan revakın bütün birimlerinin üzeri aynalı tonozlarla örtülüdür. Yapıya geçişi sağlayan eksendeki kapı dikdörtgen bir çerçeve içinde sivri kemerli alınlık altında dikdörtgen açıklıklıdır. Sofa mekânını giriş revakına bağlayan kapının iki yanında yer alan, sivri kemer altında dikdörtgen açıklıklı birer pencere de sofa mekanıyla bağlantılıdır. 6,50 x 4,70 metre ölçülerindeki dikdörtgen planlı sofanın iki yanı geniş yuvarlak kemerlerle geçilmiş olup ortada elde edilen kare bölümün üzeri prizmatik üçgenlerle geçişi sağlanan kubbeyle örtülmüştür. Prizmatik üçgenleri barındıran bölüm dıştan onikigen kasnak şeklinde düzenlenmiştir. Kasnakta pencere bulunmamaktadır. Sofanın üzerini örten kubbede vaktiyle bir aydınlık fenerinin varlığı tespit edilmiştir, bunun 1963 yılındaki tamirde kapatıldığı bilinmektedir. Kapıya yakın konumda iki basamaklı bir merdivenle sofanın zemini kademeli olarak ele alınmıştır. Sofa mekanından girişin iki yanında yer alan, dikdörtgen açıklıklı birer kapıyla tabhâne odalarına geçiş sağlanmaktadır. 4.70 x 4.70 metre ölçüsünde kare planlı bu odalar, aynalı tonozla örtülü olup girişin karşısında ocak nişi ile güney yönünde sivri kemerli alınlıklı dikdörtgen açıklıklı birer pencereye sahiptir. Ocakların kare kesitli bacalarının bulunduğu, eski fotoğraflarda görülmektedir. Mihrabın yer aldığı bölüm sofa mekânına büyük bir sivri kemerle bağlanmaktadır. Kemer altı hariç yaklaşık
6.20 x 6.20 metre ölçüsündeki bu birim prizmatik üçgenlerle geçişi sağlanan daha yüksek bir kubbeyle örtülüdür.
Prizmatik üçgenlerin olduğu geçiş bölümü dıştan yuvarlak kasnaklıdır; iki yanda ve mihrabın üzerinde sivri kemerli açıklıklı birer penceresi vardır. Altta mihrabın iki yanında ve yan duvarlarda sivri kemerli alınlıklı ve dikdörtgen açıklıklı birer pencere mevcuttur. Duvar yüzeyinden öne çıkan süslemesiz mihrap yuvarlak nişli olup 1963 onarımında yeniden yapılmıştır. Yapıdaki süslemesiz ahşap minber ve vaaz kürsüsü de yenidir.
Yapının önünde Yakub Çelebi için inşa edilen kare planlı ve kubbeyle örtülü bir açık türbe bulunmaktadır. “L” şeklinde dört köşe pâyesi üzerine oturan sivri kemerli açıklıklara sahip türbe 6.50 x 6.50 metre ölçülerindedir. Ayaklar ve kemerlerde bir sıra kesme taş, üç sıra tuğla kullanılmış olup tuğladan kirpi saçaklar vardır. Türbenin kemer açıklıkları vaktiyle örülerek kapatılmış ve duvar yüzeylerinde dikdörtgen açıklıklı pencereler açılmıştır. 1963 onarımında bu duvarlar kaldırılmıştır. 791’de (1389) ölen Yâkub Çelebi, Bursa’da babasının türbesine defnedildiğinden İznik’teki bu yapı makam türbesi olarak kalmış veya inşa edilmiş olmalıdır.
İznik’te ilk Osmanlı devrine ait olan türbelerin içinde üzerinde durulan ve ilgi çeken bu yapı araştırmacılar tarafından XIV. yüzyıla tarihlendirilmektedir.
Yapı bugün, tarlalar içinde temelleri kalmış olan Orhan Gazi Zâviyesi’nin karşısında yol kenarında yer almaktadır. Zâviyenin bakımıyla görevlendirilen Orta Asya’dan gelmiş gazi erenlerin türbesi olan yapıya halk arasında Kırkkızlar Türbesi de denilmektedir. Bazı yayınlarda Hacı Camaza Türbesi adı da geçmektedir.
Türbe plan olarak aynı eksen üzerinde bulunan, önde tonozlu bir giriş eyvanı ile arkada kubbeli bir ana mekândan oluşmaktadır. İki bölüm arasındaki bağlantıyı Bizans silmeleriyle çevrelenmiş dikdörtgen bir kapı sağlamaktadır. Yapının önündeki giriş mekânının beşik tonozla örtülmüş olduğu anlaşılmakta, mekanın kuzey cephesinde hala görülebilen kemer izi bunu doğrulamaktadır. Bilinmeyen bir tarihte tonoz yıkılmış ve yerine bir ara ahşap düz çatı yapılmıştı. Çatı günümüzde artık mevcut değildir. Türbenin bu ön mekânının bir hayli değişiklik geçirdiği anlaşılmaktadır. Bu kısım orijinal durumunda, yanlara doğru çıkıntı yapan iki köşe payesi arasına oturtulmuş bir kemerle dışa açılmaktaydı. Kemer sonradan kapatılınca buraya dikdörtgen bir kapı açılmıştır. Mekânın yan duvarlarının büyük bölümü yeni baştan örülmüştür.
Buralarda, yapının küfeki ve tuğla sıralı duvar tekniğiyle hiçbir ilişkisi olmayan, moloz taş ve yer yer tuğlanın kullanıldığı kötü bir duvar işçiliği görülmektedir. Türbenin kubbe ile örtülü ana mekanının da önemli değişiklikler geçirdiği belli olmaktadır. Duvarların üzerini çeviren kirpi saçaklarla mekanın üzerini örten kubbe yükseltilmiş, farklı malzeme ve kötü bir işçilik gösteren bu kısımlar yapının orijinal görünümünün büyük ölçüde bozulmasına sebep olmuştur. Kubbe bu yükseltme sonucunda biçimini kaybederek basık bir hal almıştır. Yapıda ana mekanı örten ve onikigen yüksek bir kasnağa oturan kubbeye gövdeden geçiş pencerelerin arasına yerleştirilmiş sivri kemerli, yüksek tromplarla sağlanmıştır. Kubbe, tromp ve pencerelerin arasına yerleştirilmiş pandantiflerin üzerine oturmaktadır. Kasnağa dört adet pencere açılmıştır. Kubbeli mekanın doğu ve batı duvarlarında aynı eksende olmak üzere altta ve üstte yuvarlak kemerli birer pencere, güney duvarında ise yalnızca üstte bir pencere mevcuttur. Kuzey duvarında ise öndeki mekanla bağlantıyı sağlayan kapının hemen üzerinde bir pencere yer almaktadır.
Türbenin kubbeli mekânında sekiz adet kitâbesiz mezar yer alır. Eski yayınlardan giriş mekânında da mezarlar olduğuna dair bilgi edinilmekteyse de günümüzde bunlardan hiçbir iz kalmamıştır. Yapının tek süsleme özelliği, ana mekânın içinde yuvarlak kemerli pencerelerin etrafını çeviren kalem işi tezyinattır. Mevcut izlerden, zamanında kubbe göbeğinde ve eteğinde de aynı tarzda süslemelerin olduğu anlaşılmaktadır. Motif olarak kıvrık dal ve rûmîlerin yanı sıra Türk sanatına yabancı olan korint başlıklı sütunların da görülmesi ilginçtir.
Bu durum değişik şekillerde yorumlanarak Bizans etkisine bağlanabildiği gibi farklılığın, Bizanslı ustaların bizzat yapının süslemesinde çalışmış olmalarından kaynaklandığı da öne sürülmüşür. Kalem işi süslemelerin tarihlendirilmesi konusunda da farklı görüşler ortaya atılmıştır.
Bu hususta, süslemelerin yapıyla çağdaş olup XIV. yüzyıldan kaldığı ya da XVII. yüzyıl gibi daha geç bir tarihe ait oldukları şeklinde görüşler bulunmaktadır. Yapıda duvar örtüsünün orijinal karakteri oldukça bozulmuş, sonraki dönemlerin inşaatları duvar örgüsünde yama gibi iz bırakmıştır. Duvarların düzgün olan kesimlerinde üç sıra küfeki taşı ile iki sıra tuğladan oluşan ve devrinin orijinal karakterini taşıyan örgü görülmektedir. Bunun yanında yapım malzemesi olarak devşirme blok taşların kullanılmış olması da dikkati çeker. Bunlar arasında güneybatı köşesinde bulunan mermer blok taşı içerdiği Grekçe kitabe ile diğerlerinden ilk bakışta ayrılır. Yapı son yıllarda Vakıflar İdaresi tarafından tamir edilerek bir avlu duvarı ile çevrilmiştir.
6.5. SARI SALTUK TÜRBESİ
Sarı Saltuk Hacı Bektaşi Velinin çağdaşıdır. Sarı Saltuk Türbesi, Bor ilçesinde bulunmaktadır. XIII. yüzyıla ait olan bu türbe değişik zamanlarda onarım görmüştür. Bu önemli şahsiyeti Fuat Köprülü’nün Türk Edebiyatında “İlk Mutasavvıflar” adlı eserinde görmekteyiz. Taptuk Emre’nin piri üstadı Sarı Saltuk’un hikâyesinin anlatan Saltukname, Bor Halil Nuri Kütüphanesi’nin 17292 numarasına kayıtlı az bulunan nüshalardan birisidir.
6.6. AANDARLİ HAYRETTİN PAŞA TÜRBESİ
İznik'te XIV. yüzyılda yapılan bu türbede, Osmanlı devletinin ilk yıllarındaki ünlü sadrazam ailesi Çandarlızadeler yatmaktadır. Türbe, Lefke Kapı dışındaki kent gömütlüğünde yer alır. Farklı büyüklükte olan iki kubbeli mekandan oluşan bu türbenin doğu tarafındaki bölümde, iki mermer lahit vardır. Bunlardan biri Çandarlı Halil Hayreddin Paşa'ya, yanındaki ise oğlu Ali Paşa'ya aittir.
Türbenin batı mekanında ise yazıtsız on beş gömüt bulunur. Yapının duvarları bir sıra taş ile, almaşık düzende tuğla ile örülmüştür.
6.7. AANDARLİ İBRAHİM PAŞA TÜRBESİ VE İMARETİ
İznik'te, Lefke Kapısı'na giden yolun solundaki türbede, yazıtlı dört gömüt vardır.
Bunlardan büyük olanı Çandarlı Halil Paşa'nın oğlu olan İbrahim Paşa'ya aittir.
XV. yüzyılın ilk çeyreğinde yapılan bu yapının örtüsü tamamen yıkılmıştır. Yapının kuzey duvarları ile doğu ve batı cephelerin özgün bölümleri kesme taş, diğer bölümler kerpiç ve moloz taşı ile örtülmüştür.
Türbenin yanında bulunan İbrahim Paşa İmareti ise 1921 yılına kadar faaliyetini sürdürmüşken bugün yoktur.
6.8. AANDARLİ HALİL PAŞA TÜRBESİ
İznik’te türbeleri ziyaret etmek isterseniz, Çandarlı sülalesi size 3 adet ziyaretgah sunacaktır. Malum İznik’in dört girişi vardır ve bu girişlerden Lefke Kapı’ya doğru ilerlerken aynı cadde üzerinde iki adet Çandarlı türbesine rastlayacaksınız, bu türbelerden ilki Çandarlı Halil Paşa Türbesi’dir.
Türbenin girişinde yer alan tabelasına göre; “Çandarlı İbrahim Paşa ‘nın büyük oğlu ve II. Murad ile Fatih Sultan Mehmet yıllarının sadrazamı meşhur Çandarlı Halil Paşa, İstanbul’un fethinden sonra idam edilerek kendinden önce ölen oğullarının yanına türbesine gömülmüştür”.
6.8. HUYSUZLAR TÜRBESİ
İznik, İstanbul Kapısı yakınında, Atatürk Caddesi üzerindedir.
Kare planlı, briketten örülmüş duvarla çevrili üstü açık bir türbedir. Bu türbenin mimari yönden bir özelliği bulunmamaktadır. Türbe içerisinde kitabesi bulunmayan üç lahit bulunmaktadır.
Orta Çağ şaman geleneğinde çocuklara yönelik tanrılar bulunuyordu. Bunların en tanınmışı da Uma idi. Eski Türkler çocuklarını Uma Tanrısı’nın makamı olarak kabul ettikleri yerlere götürü orada adakların yanı sıra çocuklarına psikolojik telkinlerde bulunurlardı. İznik’teki Huysuzlar Türbesi de bu geleneğin değişik bir şeklidir. Halk arasındaki yaygın bir inanışa göre; bu türbeye belirli bir süre bırakılan çocukların uslanacağına inanılmaktadır. Huysuzluk eden küçük çocuklar bir süre türbede kaldıktan sonra elbiseleri oraya bırakılır ve çıplak olarak geri dönerler.
6.9. AHİVEYN SULTAN TÜRBESİ
İznik’in doğusunda, Lefke kapısı yakınlarında, Beyler Mahallesi’nde bir parkın içindedir. Halk arasında “Ahiveyn Sultan” olarak da anılmaktadır. Ahiveyn Sultan'ın Osmanlı İmparatorluğu döneminde İznik Ahi Örgütü temsilciliğini yaptığı bilinmektedir. Türbe kerpiç bir duvarla sınırlanmıştır.
XV.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Burada Ahiveyn Sultan’ın yanında Afyon Dede denilen Dede Sultan’ın da mezarı bulunmaktadır.
6.10. ABDÜLVAHAP SANCAKTARI TÜRBESİ
İznik’in doğusunda yüksek bir tepe üzerinde Abdülvahab Sancaktari Türbesi bulunmaktadır. Bu türbenin İznik’i kuşatan İslam ordularından Abdülvahab adlı bir kişiye ait olduğuna inanılmıştır. Osmanlılar İznik’i ele geçirdikten sonra,
VIII.yüzyıldaki Arap kuşatmalarında yararlılıkları görülen ve sancaktarlık yapmış olan Abdülvahab isimli kişinin halk arasında inanılmış bir de efsanesi bulunmaktadır: “Abdülvahap kuşatma sırasında gönlünü genç bir Rum kızına kaptırmıştır. Kızlar burcunu müdafaa eden sevgilisi her seferinde Abdülvahap'a kaleyi alırsan beni de alırsın diye bağırırmış. Genç sancaktar sevgilisine kavuşmak için yaptığı hücumda bir düşman oku ile yaralanmış ve başı uçurulmuştur. Buna rağmen kılıç sallamaya devam eden sancak bir arkadaşının “Bre Abdullah başını unuttun.” demesi üzerine sancaktari geri dönmüş ve başını koltuğuna alarak yedi adımda bugün yattığı tepeye çıkarak kendini defnetmiştir”.
Bugün bu türbe halk arasında, sürekli bayrak asıldığından ötürü Bayraklı Dede olarak anılmaktadır.
7.HAN VE HAMAMLAR
7.1. RÜSTEM PAŞA HANI: Duvar kalıntıları halinde, yalnız kuzey ve batı duvarının bir bölümü ayaktadır. Yapı XVI. yy. da Kanuni Sultan Süleyman'ın sadrazamı Rüstem Paşa adına Mimar Sinan tarafından inşa edildiği sanılmaktadır. İznik Atatürk Caddesi, Karahan ve İskele sokakları arasındaki 106 metrekarelik bir alanı kaplayan bu han ile ilgili kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Yalnızca Evliya çelebi İznik’teki hanlardan söz ederken “Tımar Hanı olarak Rüstem Paşa Kervansarayı vardır ki
Mimar Sinan yapısıdır.” demektedir. Bu konuda C. Texier ile Prof. Dr. Semavi Eyice’nin bu konudaki tanımları birbirini tutmamaktadır. Bu han kesin olmamakla birlikte Kanuni Sultan Süleyman zamanında, XVI.yüzyılda yapılmıştır. Rüstem Paşa Hanı’nın günümüze yalnızca kuzey ve batı duvarlarının
kalıntıları gelebilmiştir. Buna dayanılarak hanın 30 x 60 metre ölçüsünde olduğu sanılmaktadır. Kuzey duvarında bir mazgal penceresi, batı duvarında ise sonradan açılan bir giriş yeri bulunmaktadır. Hanın duvarları moloz taş ve tuğladan örülmüştür. Bunların arasında yer yer bir ve iki sıra halinde tuğlalar da görülmektedir.
7.2. İSMAİL BEY HAMAMI: XIV. yüzyıl sonları ile XV. yüzyıl başlarına aittir. İç mimarisiyle seçkin bir yapıdır. Çifte hamam öreni yapılış tarihi ve yaptıranı kesin olarak bilinmemektedir. Selçuklu Dönemi yapısı olduğu savunanlar olsa da XIV. yüzyılda yapılan bir Osmanlı yapısı olduğu daha çok kabul görmektedir. Mimari yapısı özellikleri ile Türk yapı sanatı tarihinde seçkin bir yeri vardır.
Hamam kuzey-güney doğrultusunda, birbirine paralel eksenler boyunca dizilmiş ikişerden dört kubbeli mekan ile sadece temelleri bulunan doğu-batı doğrultusundaki dikdörtgen planlı altı mekandan oluşmaktadır. Dış cepheleri sade ve bölüntüsüz olan hamam moloz taş, tuğla ve harç malzeme ile düzensiz bir şekilde inşa edilmiştir. Yalnızca batı cephede düzgün tuğla dizileri görülür. Örtü sistemi ve mukarnaslar tuğladır. Günümüzde hamamın üstü çelik çatı ile kapatılarak dış etkenlerden korunması sağlanmıştır.
7.3. HACI HAMZA HAMAMI: Mahmut Çelebi Camii’nin yanındadır, II. Murat Hamamı olarak anılır. XV. yüzyılda inşa edilmiştir.
Hacı Hamza Hamamı veya Belediye Hamamı adlarıyla da anılan çifte hamamın, yaptıranı ve kesin yapım tarihi bilinmemektedir; ancak 15. yüzyıl sonuyla 16. yüzyıl başına tarihlendirilmektedir. Kuzeyde kadınlar bölümü, doğuda kare planlı soğukluk, batıda sıcaklık, tuvalet ve eş boyutlarda kare planlı iki halvetten oluşur. Sıcaklık; kuzeyde bir eyvan ve güneyde pandantif kubbeli bir bütün halindedir. Halvetlerde ve sıcaklıkta oturma şekilleri vardır. Güneydeki erkekler bölümü ise doğuda kare planlı bir soğukluk, batıda ılıklık ve tuvalet ile buna bitişik sıcaklık ve dört köşeli odaları kubbe ile örtülüdür.
Sıcaklığın ortasında sekiz kenarlı göbek taşı yer alır. Ana yapı beden duvarları moloz taş ve tuğla karışımı örülmüş, köşelerde kesme taş kullanılmıştır. Cepheler moloz taş ve tuğlanın harçla birlikte kullanılmasıyla örülmüştür. Köşelerde kesme taş ve tuğla ile, kadınlar kısmının girişi üzerindeki alınlık kemeri, saçak altındaki testere dişi ve tüm örtü sistemi tuğladır. Kadınlar kısmının kapısı mermer, lento ve kemerle sınırlanır. Üstteki çökertme alınlık mermerle kaplanmıştır.
7.4. MEYDAN HAMAMI: 1. Murat Hamamı olarak da bilinir. Çifte hamam
biçiminde inşa edilmiştir. Hamam XIV. yüzyıl sonlarına tarihlenir. Çifte hamamın erkekler kısmı belediye deposu olarak kullanılmaktadır. Bazı hacimlerine girilemeyen hamamın kuzey cephesine ve doğu cephesinin kuzey kısmına başka yapılar bitişmiştir. İlçe merkezinde, İstanbul Kapısı yolu üzerinde çifte hamam; yerel olarak meydan hamamı veya eski hamam adlarıyla da tanınır.
Yazıtı bulunamamıştır. Mimari ve süsleme özellikleri yönünden XIV. yüzyıl ikinci yarısıyla XVI. yüzyıl ilk yarısı arasında yapılmış olduğu kabul edilmektedir. Günümüzde kullanılmaz durumda bulunan hamam, doğu-batı doğrultusunda düzensiz dikdörtgen planlıdır. Batı cephede, eksenin güneyindeki kapıyla erkekler kısmının kare planlı ve tromplarla geçilen kubbeyle örtülü soyunmalığına girilir. Batı duvarında, kapının iki yanında birer ve güney duvarında iki pencere, doğu duvarında eksen üzerinde dikdörtgen bir niş vardır.
Kuzey duvarında, batı köşedeki kapı B mekanına geçilir. Kadınlar bölümü, erkekler bölümüne göre daha küçüktür. Yapının batı cephesinin güneyi almaşık teknikte bir sıra kesme taş, 2-3 sıra tuğla ile düzenli olarak örülmüştür. Daha düzensiz bir örgü sistemi gösteren diğer cephelerde; moloz, kesme taş ve hatıl olarak tuğla kullanılmıştır.
KAYNAKÇA
https://www.bizevdeyokuz.com/iznik-tarihi-yerler/ https://www.bebka.org.tr/admin/datas/sayfas/198/iznik-ilceraporu_1568787296.pdf
https://www.anadoluhayat.com.tr/blog/gorulmesi-gerekenyerler/gecmisten-bugune-iznik-44 https://islamansiklopedisi.org.tr/iznik
Comentários